Bir süredir hafta sonları memleketin güzel köşelerinde oluyor; Kars, Sarıkamış, Ani, Van, Gevaş, Bahçesaray civarında dolaşıyor incelemeler yapıyordum. Geçen haftada da Bitlis taraflarındaydım. Hizan ilçesindeki Nurs Köyü’nde Bediüzzaman Hz. ile ilgili tertip edilen kültürel programa katıldım. Bölge halkıyla beraber, dua ettik. Binlerce kişi yer sofrasında öğlen yemeği yedik. Fiks menüde kara üzüm, otlu peynir ve pide vardı. Aynı sofrada şükrederek nimeti paylaşmanın tadına vardık.
Yemekten sonra Bediüzzaman’ın yaşadığı evi görmek üzere köyün dik yokuşlarını yaya olarak tırmanmaya başladık. Nihayet eve ulaştık. İnceleme bittikten sonra dönüş yoluna geçtik. Toz toprak bayırdan inmek çıkmaktan daha da zordu. Nasıl olup da ayağımız kaymadan, yuvarlanmadan ineriz derken aynı yolun yolcusu başka bir vatandaş gördük; Birbirimize baktık ve gözlerimizle anlaştık. Düşmeden aşağıya inmenin yolu birbirimize dayanmak, sarılmak ve aşağıya öyle kaymaktı. Birbirimizi hayatımızda ilk defa görüyorduk tanış değildik. Ama önümüzde zor bir yol vardı ve bu yoldan ancak birbirimize güvenerek, dayanarak, birbirimizin açığını kapatarak, el ele omuz omuza geçebilirdik. Öyle de yaptık. Ben inerken “Sakın gevşek durmayalım birbirimize dayanalım, sıkı sıkıya sarılalım, ayağımız kayarsa beraberce düşeriz.” dedim. Bitlisli kardeşim sözümdeki gizli manayı hemen anladı. Ben batılı bir Türk, o Bitlisli bir Kürt. Bu çetin yolda birbirimize dayanmazsak, destek olmazsak, beraberce düşeceğimizi anladı. “Hee… Gardaş, vallaha öyledir.” dedi. Benim iman sahibi, irfan sahibi Bitlisli kardeşim meseleyi zaten çözmüş. Darısı başkalarına…
Biz birbirimize güvendikçe, dayanıp destek oldukça peynir, ekmek, üzüm yiyerek şükrederiz. Yoksa Allah göstermesin bizi yerler!…