Hiç öyle randevu falan almadan bakanlığa gelmiş, makam odasının kapısında beklemeye başlamış. Özel kalemden bana çekinerek bildirdiler görüşme talebini. Benim de herhalde bir eşref saatimdi ki alın bakalım, gelsin içeri dedim. Sanki iş görüşme randevusuna gelmiş kadar heyecanlı, bir savunma avukatı havasında inançlı ve de kendisine güvenen birisi, aydınlık yüzlü bir genç.
Doğu'da kervan geçmez bir kasabanın kaymakamıymış. Bunu kendine dert edinmiş. Oradan kervanlar geçirmek istemiş, insanlar gelsin,buraları görsün, memleketi tanısın. Havasından, suyundan istifade etsin. Hatta sadece soğuk suyundan değil, sıcak sularından, kaplıcalarından da faydalansın diye düşünmüş. Tabii bunun için yani kervan geçmesi için yol lazım. Bakanlık bize yardımcı olursa bu yolu yaparım ve sonra gönül rahatlığıyla başka bir memleket köşesine göreve giderim diyordu. Davasını nasıl bir aşkla, şevkle anlattığını görseydiniz. Kaymakamlığı'nı yaptığı yer, Türkiye'de muhalefet ruhunun, devlete güvensizliğin en yüksek olduğu yerlerden birisiydi. Istanbullu genç kaymakam nasıl olsa buralardan gideceğim demek yerine oraya bir faydam olsun, devletin eli değsin diye çırpınıyordu. Ben ona göre artık çok görmüş, geçirmiş, bu tür şeylerden fazla etkilenmemiş birisi olmak durumundaydım. Ama beni de etkiledi. Elimizden geleni yaparız, merak etme dedim. Sonra talimatları yağdırmaya başladım. Bu genç kaymakamın işini görelim, bir yolunu bulalım, onun yolunu yapalım. Kasabasından kervanlar geçirelim. Onu ve oradaki yurttaşları sevindirelim, dedim.
Sonra ne mi oldu? Genç kaymakamın işi oldu. Peki beni en çok mutlu eden ne oldu?
Aydınlık yüzlü Istanbullu kaymakamın yüzünün bir kere daha aydınlanması.
Aydınlık yüzlü aydın insanlara, yöneticilere ne kadar ihtiyacımız var değil mi?