ETKİNLİK TAKVİMİ
Aralık / 2019
Pt Sl Çr Pr Cm Ct Pz
           
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31

TOPKAPI SARAYI

 
 
Çobanları kıskandıran Saraylı

Yenişafak Gazetesi - Pazar Eki / EMETİ SARUHAN



Doç. Dr. Haluk Dursun Topkapı Sarayı Başkanı olduktan sonra, 'vazifemin hakkını vereyim' düşüncesiyle ailesine 'benden ümidinizi kesin' dediğini ve tamamiyle kendini Saray'a adadığını söylüyor. Zaman zaman gece de orada kalan Dursun, geç saatlerde tek başına Saray'da dolaşıp tefekkür ediyor. Dursun'un hedefi Saray'ın ruhunu geri getirmek.

 

Doç. Dr. Haluk Dursun sıra dışı kişiliği nedeniyle Topkapı Sarayı'nda neler yapacağı merak edilen bir isim. 70'i aşkın ülkeyi gezen, başta sümbül olmak üzere kokulu çiçek, anıt ağaç, köpek ve horozlara sevgi besleyen, Osmanlı cep saati ve çakı koleksiyonu yapan, akarsulara tutkun olan, gittiği yerlerde kale, kule, minare arayan Dursun'la sıra dışı ilgilerini, yetiştiği çevreyi, Saray'a yönelik projelerini ve Saray'ın kendisine hissettirdiklerini konuştuk.

İsteyerek mi tarihçi oldunuz yoksa üniversite sınavının sonuçları mı geleceğinizi belirledi?

Tarih benim ailemden gelen bir ilgi. Dedemin babası Hamidiye Medresesi mezunu hattat ve hafız Ahmet Efendi. Onun kitapları, levhaları olan, şifahi tarihkültüründen, özellikle 2. Abdülhamit döneminden bahseden bir kültür ortamı içinde, ahşap bir Osmanlı evinde büyüdüm. Büyük halamın oğlu Kabataş Lisesi'nde okuyordu. O da tarihi çok seviyordu, tarih mecmualarına aboneydi. Ben onun mecmualarını okurdum.

TÜRKİYE'Yİ KURTARACAKTIM

Siz de Malatya'da doğmuşsunuz ama İstanbul'da okumuşsunuz…

Ailemizde İstanbul'da lise okuma geleneği vardı. Ben de Galatasaray Lisesi'nde okudum. İlk gecemi geçtiğimiz günlerde yanan mektepte geçirmiştim. Hayatımın en önemli günleri Galatasaray Lisesi'nde geçmiştir. Ziyad Ebu Ziya, Mehmet Şevket Eygi, Erol Özbilgen, Nezih Uzel'le yakınlığım, Beyazsaray'da Enderun kitabevi çevresindeki edebiyat ve kültür mahfiline intisap edişim, Cemil Meriç'le tanışıp evine devam edişim, Necip Fazıl'ın evine gidiyor olmam, Samiha Ayverdi, Ekrem Ayverdi, o camiaya ulaşabilecek pozisyonda olmam benim tercihlerimde etkili oldu.

Daha liseden tarihi seçeceğiniz belliymiş. Bölümü nasıl seçtiniz?

Tarih fakültesi bölüm bölüm tercih ediliyordu. Ben Son Çağ tarihi ve Cumhuriyet tarihini seçtim. Çünkü Türkiye'yi kurtarmak isteği var o zaman bende. 15-20 kişilik sınıflarda bugüne göre çok farklı bir eğitim aldık. İstanbul Üniversitesi'nin her birer marka olan tarih hocalarından ders aldım; İbrahim Kafesoğlu, Münir Aktepe, Bekir Kütükoğlu, Ruhat Kütükoğlu, Nejat Göğünç, Şehabettin Tekindağ. Tez yazarak mezun olduk. O benim mezuniyetten sonra tarihçi olacağım belli oldu.

Osmanlı coğrafyasına yaptığınız geziler de tarih ilginize bağlı olarak mı ortaya çıktı?

Tarih bölümüne girmeden, Sedat Yenigün vasıtasıyla Fethi Gemuhluoğlu'na gidip tanıştım. Lisede okuyan genç bir çocuk olarak ne okuyacağımı sordu. Yakın çağ tarihçisi olmak istediğimi söyleyince, 'Benim sana nasihatim fakülteyi bitireceksin. Seni sahaya süreceğiz ve Şam'a gideceksin' dedi.

Neden Şam?

Söylediğim tarih 70'li yıllar. 'Evveli fitne Şam, ahiri fitne Şam. Şam bu coğrafyayı çok uğraştıracak. O nedenle Şam uzmanı lazım' dedi. Fakülteyi bitirdiğimden Baba Esed zamanıydı. Hama katliamı yapılmıştı. Çok rizikolu bir coğrafya olmasına rağmen Şam'a gittim. Suriye edebiyat fakültesinde okudum. Bazı enstitülerde bulundum. 1985-86 yıllarında yoğun olarak sadece Şam değil Lübnan'la Irak arasındaki bölgedeydim. Fransızcam olması Amerikalıların Fransızların oryantalist mantıkla nasıl tarihçi olduklarını, saha tarihçiliğini gördüm.

KIZLARI YETİŞTİRİYORLAR

Nasıl bir yöntem izliyorlar?

Özellikle kızları yetiştiriyorlar. Alman bir kız arkadaşım vardı. Bunu 'Ahval-i Şahsiye' diye açıklıyordu. Erkek İslam ülkelerinde ailenin içine giremiyor. Kızlar içeriden bilgi sahibi oluyorlardı. Bu beni çok etkiledi. Biz Ortadoğu uzmanı deriz. Baktım ki Ortadoğu uzmanı diye bir şey yok. Ben İhvan-ı Müslümin'i çok merak ediyordum. Onlar İhvan-ı Müslümin'i geçmiş alt gruplarına kadar inmişler. Gördüklerim bizim çok geride olduğumuzu, çok şey yapmamız gerektiğini açık bir şekilde anlattı. Ben rejim nedeniyle ayrılmak zorunda kaldım ama bu Osmanlı coğrafyasına olan merakım devam etti.

Gideceğim yeri önce beynim ele geçirir sonra gözlerimle görmek isterim

Çok sayıdaki gezinizden en unutmadığınız hangisi?

Zaman gazetesinde 'Sevgiliye Mektup' diye bir yazı yazdım. Sevgili olarak Şam'ı seçtim. Orada Şam'la olan ilişkimi anlattım. Sonra İsrail'e, Kudüs'e gittim. 'Afedersin Şam' diye bir yazı yazdım. Artık yeni bir gözdem var diye bir Kudüs yazısı yazdım. Sonra üçüncü olarak son sevgilim budur diye 14 Şubat'ta bir yazı yazdım. Sevgililer günüydü ve o gün ben Medine'deydim. Ravza'yı ziyaret ettim. Son sevgilim diyerek hem Hz. Muhammed'den hem de Medine'den bahsederek bu bahsi bitirdim. 3 haremeyn, 3 kutsal şehir. Sevgi kontenjanım da dolmuş oldu. Bunlar dışında da şehirlerim var tabi. Daha sonraki dönemlerde gezi güzergahımda ve ufkumda Rumeli açıldı. O zaman Sosyalist rejimler nedeniyle gidilemeyen Balkanlar yeni açılmıştı. Arnavutluk'a ilk girenlerden biriyim. Kosova'ya ilk gidenlerden, ilk Kurban bayramlarını orada yaşayanlardan biriyim. Orada da Üsküp'ü çok severim. Hem Mekke'de, hem Şam'da, hem Üsküp'te bayram namazı kılmak nasip oldu.

Osmanlı coğrafyasına yaptığınız gezilerde kale, kule ve minare arıyormuşsunuz. Neden bu üçü?

Tamamiyle göz zevki. Benim gözüme hitap eden, gözümü dinlendiren, kale kule minaredir. Bunları gördüğüm zaman benim şehrim diyorum ama bir de onun altı var. İçinden su geçmesi lazım. Küçük kasabalardaki derelerin bile isimlerini bilirim. Su durumlarını takip ederim. Bu obsesif bir durum. Hastalık olduğunu ben de kabul ediyorum.

Daha önce gitmiş olduğunuz yerlerdeki suların durumlarını mı takip ediyorsunuz?

Son yoğunluğumda pek takip edemiyorum ama Üsküp'ü arayıp Vardar'ın durumu nedir, ya da Prizren'i arayıp Akdere suyunun durumu nedir, taşma oldu mu diye soruyorum.

Geziye çıkarken sırt çantanızı alıp mı gidersiniz yoksa önceden planlar mısınız?

Önce beni tahrik eden baştan çıkaran bazı etmenler olur. Baştan çıkaranlar çocukluğumla ilk gençliğim arasında okumuş olduklarımdır. Genelde tarihi şahsiyet ya da olay olur. Kaçanik Boğazı Balkanlar'da bizim en çok baskın yediğimiz boğaz. Üsküp'le Kosova arası geçiş sağlıyor. O boğazı çok merak etmişimdir, gidip görmek istemişimdir. Şair, şeyh ve tekkelerle çok uğraştım. Oradaki hayat beni çok etkilemiştir. O yüzden nokta olarak giderim. Beynim orayı ele geçirince gözlerimle görmek isterim. Beğenirsem benim şehrim olur ve çok sık giderim. Beğenmezsem bir daha aklıma gelmez. Orada yetişen bir ürün bir yemek bile beni etkileyebilir. Resne'nin elması meşhurdur. Elma zamanı Resne'de

elma yemek isterim.

3.Selim'in atıldığı yere basmıyorum

Saray mistik bir bölge. Acaba hala keşfedilmemiş bölgeleri var mıdır?

Bana göre Ayasofya daha mistik. Ayasofya'nın ruhaniyeti ve haleti bambaşka bir şey. Ana kubbenin altında tek başına kaldığınız zaman çok özeldir. Hızır makamıdır zaten orası. Onu ayırıyorum. Burası ise merakla ürpeti arası bir şey. Enderun Avlusu kendimi en keyifli hissettiğim yer. Bu şekilde tekrar Enderun eğitimine başladığımı düşünüyorum. Kutsal emanetlerde de, çok güzel sesle Kur'an okunmak şartıyla, o duygu var. Onun dışında gece geç saatlerde yalnız başıma dolaşırken bir ürperti hissederim. Belli mekanlarım var. Mesela 3. Selim'in öldürülüp atıldığı yer. Oraya basmam. Orada yatıyormuş gibi yanından geçerim. Sultan Abdülaziz'in hal edildikten sonra getirildiği bir oda var. 3. Ahmet'in bütün dünyanın şaşasını parlaklığını yaşadıktan sonra, bütün bir Lale Devri'ni Sadabat'ta eğlencelerde yaşadıktan sonra, tahttan indirilip atıldığı 10 metrekarelik oda. Hayatının geri kalan kısmını orada geçirmiş. O odayı çok severim. Kapalı birimlerden biri, zaman zaman oraya giderim.

Saray tefekkür için bir sebep o zaman?

Evet 'uzlet' ve 'tefekkür'. Bu iki kelimeyi Saray için alıyorum. Ayasofya'ya da 'rahmet'i veriyorum.

Geçtiğimiz günlerde Galatasaray Üniversitesi yandı. Tarihi binaların bu şekilde yangınlara kurban gitmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Binadan ziyade yaşanmışlıkların hatıraların yanmasına üzüldüm. İstanbul'daki ilk gecem orada geçmişti. Maddi olarak üzüldüğüm İlber Ortaylı hocanın 5-6 bin kitabı yanmış. Çocukları gibi anlattığı kitapların yanması beni çok üzdü. Topkapı Sarayı'nda 15 ayrı şantiye var. Beni çok ürpertiyorlar. Aşağılamak için değil, tespit için söylüyorum; hayatlarında saray görmemiş ameleler ellerinde sigara ile dolaşıyorlar. Bunlar mümkün olduğu kadar çabuk bitirilmeli.

Çobanlar arasında çok prestijliyim

Osmanlı cep saati koleksiyonu yapıyorsunuz. Nasıl gidiyor?

Cep saatlerimi gözümün önünde dursun diye buraya getirdim. Bir kısmını kullanıyorum.

Horozlara düşkünmüşsünüz?

Bir arkadaşım, 'Bu horoz merakı nedir' diye soruyordu. 'Başkaları gibi piliç merakım yok, hiç olmazsa horoz merakım olsun' esprisini yapmıştım. Horozu seyretmeyi, görmeyi, sesini dinlemeyi severim… Ötücü horozlar ayrıdır Denizli'den çok horoz getirdim. Bağ evimde duruyorlar. Sayı söyleyince nazar değiyor. Bereketi kaçıyor.

50 kadar var mı?

Yok o kadar değil. Hediye ettiklerim oluyor, tilki kapıyor, sansar geliyor, doğal sebeple ölüyor. Belli cinsler üzerinde duruyorum. Yakışıklı olması lazım, sesinin güzel olması lazım. Bir de çoban köpeği merakım var. Çok değişik yerlerden köpek getirttim. Onlar da bağ evindeler. Bağ evini yaptığım köy bir hayvancılık köyü. Çobanlar 'Abi sende mi çobansın' diye ziyaretime geldiler. Şimdi çobanlardan oluşan bir grubumuz var ve itibarım çok yüksek. Çünkü çobanlar arasında en güzel çoban köpeği kimdeyse o itibarlıdır. Kafkasya'dan getirttiğim çoban köpeğim çok sükse yapmıştı. Çok büyük bir köpek olduğu için, ona uygun, arkası açık bir kamyonet aldım. Köyler boyunca gittiğimizde insanlar durdurup köpeğe bakıyorlardı.

Bağ eviniz uzak mı?

İstanbul'a 90 kilometre. Allah çok büyük bir şey vermezse her hafta mutlaka gidiyorum. Tavuklar da var. Ama esas oğlan horoz. Çiçek ve ağaç merakım da var. Orada da ağaçlarım ve çiçeklerim var. Yıllardır Balkanlarda ağaç ölçüp, Osmanlı ağaç envanterini çıkarmam da ağaç sevgisine bağlı.

Çakı koleksiyonunuz da vardı?

Daha önce gittiğim akarsulardan çakıl taşı topluyordum. İsrail'den çıkarken gümrükte İsrail polisi ile uğraştım. Bir de psikiyatrist arkadaşım 'Abi bu hastalığa doğru götürür seni. Obsesif bir takıntı hastalığı olur' dedi. Taşlardan vazgeçtim. Şimdi çok kontrollü olarak çakı koleksiyonu yapıyorum.

Topkapı'nın ruhunu geri getirecek

Topkapı Sarayı'nda görevlendirildiğinizi duyunca ne hissettiniz?

Uzun süre kabul etmedim. Basına 'Topkapı pazarlığı' diye yansımıştı. Ayasofya'yı bırakmak istememiştim. Onun gözümde gönlümde yeri çok başka. Önce gitmeyeyim dedim. Sonra emin ellere bırakmak istedim. Topkapı Sarayı'nın özgürlüğümü tamamen elimden alacağını biliyordum. Onun için mümkün olduğu kadar geciktirmeye çalıştım. En sonunda eski bakanımız Ertuğrul Günay bana bir nevi 'almazsan şöyle olacak' diye bir senaryo anlattı. O senaryo beni manevi olarak mesuliyete itti.

Nasıl bir senaryoydu bu?

İçinde başka isimler geçtiği için söyleyemem. Onun üzerine ben de devlette bu kadar şımarıklık olmaz diye bakanın bu iltifatkar düşüncesine teslim oldum. Ulül emre itaat ettim.

Saray'ı nasıl buldunuz?

Önce iş ve hacim olarak başıma ne geldiğine baktım. Bürokrasi öyle bir şeydir ki, bir yerden bakarsanız başınıza hiçbir şey gelmez. Başınıza iş almazsınız. Bir taraftan da bakarsanız rahat uyku uyuyamazsınız. Nereden bakacağınıza bağlı. Madem bu bir vazifedir hiç olmazsa hakkını vereyim diye düşündüm. Ailemle konuşup benden ümidinizi kesin dedim. Tamamiyle bu işe kendimi vermek zorundayım. Daha resmen izin almış sayılmam, kerhen bir izin aldım. Turing'te başkanvekilliği vazifemden ayrıldım. İkisi bir arada yürümezdi. Burada ilk altı ay Saray'ın ruhunu geri getirmeyi hedefledim.

Sarayın ruhunu nasıl geri getireceksiniz?

Sarayda bir mekanlar, binalar, eşyalar var. Bir de sarayın ruhu var. 15 Ramazan'daki Hırka-ı Saadet'in bir ziyareti vardır. Ben tasvip etmiyordum. O gün iftar ve Hırka ziyareti oluyor. İftar sırasında bir müzik heyeti kurmuşlar. Enderun avlusunda 'kanaryam güzel kuşum, ben sana vurulmuşum' diye müzik çalıyor. Kalktım sofradan. Enderun'da bu müzik çalınmaz. Ramazan'da hiç çalınmaz. Çalınacaksa 2. Beyazıt'ın peşrevi olur. İlk onu çaldık. Padişahlar ve Enderun bestecileri dışında burada müzik çalınmasına karşıyım. Sonra 3. Selim'i çok seviyorum. Nerede öldürüldüğünü çok merak ediyordum. Kapalı birimlerden bir tanesi. O odayı temizledik. 3. Selim'in doğum gününde bir anma yaptık.

Nasıl bir anma?

Münip Utandı, Mehmet Tekin, Fatih Salgar geldi. Bu tür anma programlarında 'bak ne güzel anıyoruz' yerine, inanç sahibiyse inandığı şekilde anılır. 3. Selim için dua edilip, naat ve ilahi okundu. Çünkü 3. Selim beste yaptığı odada bir Kutsal Emanetler sandığı yapmış, onun karşısında yapmış bestesini. Ona uygun anılmalı. 2. Beyazıt da burada ilk defa tahta çıkan padişahtır. Onu hiç hatırlayan olmamış. Onun için bir Yasin-i Şerif okuttuk kendi mescidi olan Hünkar Mescidi'nde.

Sarayda halvete çekiliyorum

Has bahçeler için neler yapıyorsunuz?

Dünyada metrekareye düşen su eserinin en çok olduğu yer burası. Havuzlar, sersebiller, iç alan çeşmeleri... Bir oda içinde 5 tane var. Fakat meydandaki havuz başta olmak üzere hiç biri akmıyor. Dostlarıma birer havuz zimmetledim. 'Ameleliği bana havuzu akıtması sana ait' diye. Büyük bir vakfın da sahibi olan iş adamı bir arkadaşım geldi, 'Parça parça uğraşma hepsini ben yaptırayım' dedi.

Yani sular akıyor artık…

Evet, insanların havuzların başında oturduğunu görmek bana haz veriyor. Sarayın has bahçesinin adı Gülhane gül yok, Lale Bahçesi lale yok. Bir takıntım da koku bahçesidir. Kokulu gül için İstanbul'dan bulabildiklerimizi bulduk. Isparta Valiliği ve belediyesinden yardım isteyip onlardan kokulu gül isteyeceğim. Büyükşehir Parklar Bahçeler müdürü İhsan Şimşek'ten sümbül istedim. 154 bin sümbül diktik. 150 bin de lale diktik. Saraya mutlaka at düşünüyorum. Arka bahçelerde zaman zaman at gösterileri yapabiliriz. Av köpekleri ve av kuşları da yetiştirmeyi düşünüyorum. Cirit ve okçuluk da zaman zaman yapılmalı.

Ayasofya'da olduğu gibi Saray'da da tek başınıza dolaşıyor musunuz?

Yalnızlığı seven bir insanım. Halvet düşüncesi var. Saat beşten sonra benim zamanlarım başlıyor. Ayasofya'da da tek başıma gezerdim. Kimsenin girmediği tam olarak bir hücrem vardı. Orası tefekkür etmek, tezekkür etmek için beni çok mutlu ederdi. Burada da alan çok geniş. Bu alanları ziyaretçi, hatta çalışan yokken gezerim. Bürokrasinin zulmünden bahsettik, bana göre bunun bonusu, zekatı bu. Kimsenin olmadığı alanlarda yalnız yaşama keyfi.

Kimsenin de kolay kolay elde edemeyeceği bir keyif!

Evet, ona şükrediyorum. Zaten 'mihneti kendine zevk etmededir alemde hüner' demişler. Tam bunu kendime prensip edinmişimdir.

Bağımsızlığınıza çok düşkünsünüz ama diğer taraftan bürokrasiye bağlı olarak çalışıyorsunuz. Bu sizi nasıl etkiledi?

Hayatımı mahvetti. Bürokrasiye girmemek için son dakikaya kadar direndim. Çok yüksek kişilerden kıramayacağım şekilde baskı geldi. Görevi alırken oradaki memur arkadaş, yazdıklarımı okumuş, 'Bize Hanya'yı Konya'yı anlattın' dedi. Şimdi ben de geriye yönelik diyorum ki 'Esas Hanya'yı Konya'yı ben anladım' Bu alın yazısı. Hiç düşünmeyeceğim şey bu tür memuriyetti. Ben çok hür yaşamaya mütemayil bir adamım. Uzun süre evlenmek istemedim. Nikah şahitlerimden biri Nevzat Yalçıntaş'tı. Müstakbel eşime, 'İyi düşündünüz mü? Size yar olmaz, bu bizim adamımız' dedi. Bunu hiç unutmuyorum. Şimdi neredeyse zaman sınırı olmayan bir işteyim. Artık burada da kalmaya başladım. Hayatımdaki en büyük paradoksum benim bu.

 

!!! Yazının tamamını okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız..

  Çobanları kıskandıran Saraylı