BİR DAHA DA ÇEŞME’YE GİTMEM!...
Ne güzel Çanakkale’nin havasına girmiş, Çanakkale ruhunu tekrar yakalamış, aşkla, şevkle 100. yılında Çanakkale için çalışıyorduk. Bir anda hiç beklenmedik bir zamanda ve alakasız bir yerde karşımıza “Çeşme” çıkıverdi. Çanakkale’nin tadı da keyfi de “Çeşme” yüzünden kaçıverdi.
Bu bahsettiğim Çeşme, bizim İzmir’in Çeşme’si değil. St. Petersburg’daki “Çeşme”den bahsediyorum.
Gelibolu Yarımadası’nda 18 Mart günü Çanakkale Deniz Zaferi kutlamaları sırasında Moskova’dan gelen bir telefon, şu Çeşme işini gündeme getirdi. Moskova Büyükelçimiz St. Petersburg’daki müzelerde bulunan Osmanlı sancaklarının tamiri konusunda Türkiye’den yardım istendiğini Bakanlığımıza bildirmiş. Konunun takibi ile de ben görevlendirilmiştim. Sizin anlayacağınız görev emri Çanakkale’de Gelibolu Yarımadası’nda geldi ve ben Çanakkale’den Ankara’ya, Ankara’dan da St. Petersburg’a geçtim; Hermitage Müzesi’nde sancakları incelemeye gittim.
Daha Müze’nin salonunun girişinde tavana asılı bir sancak dikkatimi çekti. “Bu nedir?” diye sordum. “Çeşme Deniz Savaşı’nda Türkler’den alınan sancak.” diye cevap verdiler.
“Ne münasebet?” diyebildim. Daha doğrusu “Bu ne münasebetsizlik.” demek istedim. Meğer bu, daha bu işin başlangıcıymış. Sarayı gezdirirken bir salona götürdüler, adı “Çeşme Salonu” imiş. Duvarlarında Çeşme Deniz Savaşı tabloları yer alıyor; bizim gemiler cayır cayır yanıyor. Baktıkça bizim de canımız yanıyor.
1770’deki savaşta gerçekten ağır bir yenilgi almıştık. Rus gemileri Çeşme’den Çanakkale Boğazı’nı ablukaya bile gelmişlerdi. Allah’tan geçemediler.
Daha sonra Katerina’nın sarayına gittik. Orada da aynı muhabbet: Çeşme Deniz Savaşı’ndaki Rus generallerine verilen madalyalar, Çeşmeski (Çeşmeli) unvanları… O kadarla da kalmamışlar savaşın hatırasına Çeşme Zafer abideleri yapmışlar.
Rus müzeciler anlayışlı insanlar, “Çeşme tatsız bir konu.” diyerek nezaket gösterdiler. Ama yine de bende surat bir karış…
İşin kötü tarafı bu hafta da İzmir’e inip Tire, Birgi, Bergama ve oradan Çeşme’ye uzanan bir incelemeye çıkmak, Çeşme Kalesi’nde dolaşmak, çarşıda Rumeli Pastanesi’nden sakızlı muhallebi falan yemeyi aklımdan geçiriyordum; ama vazgeçtim. İyisi mi bir süre daha kimse bana içinde “çeşme” geçen bir cümle bile kurmasın.
Yok, tövbe tövbe! Öyle başlıkta yazdığım gibi “Bir daha da Çeşme’ye gitmem.” falan demeyeceğim. Gideceğim; limana hiç bakmadan Kale’yi gezeceğim; bir asma altında kaymaklı dondurma yiyeceğim; bulabilirsem, içinde Prut Savaşı, Baltacı Mehmet Paşa ve Katerina geçen bir kitap okuyacağım. Hatta belki, sevgili Erhan Afyoncu’yu da yanımda götürüp Prut ve Preveze ile ilgili tarih sohbeti yapacağım.
Var mı katılmak isteyen…